TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILIŞININ 100.YILI
Dr. Cengiz TATAR
“EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR”
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILIŞININ 100.YILI
Bugün, “23 Nisan 2020”. Ulusal Egemenliğe dayalı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nin açılışının, “Egemenliğin” saraydan/sultandan alınıp millete verilişinin, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” kararı ile siyasi amaca ulaşılmasının, Milli Mücadele ile Anadolu’da yeni bir “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”nin kurtuluşu ve kuruluşu gerçekleştirilerek tam bağımsızlığa ve sonra da toplumun her alanında yapılan devrimlerle çağdaş hayata uzanan zaferler ve başarılarla dolu uzun ve meşakkatli yolun çizildiği günün “100.Yıldönümü”. Bugün, meclis ulusun gerçek ve tek temsil gücünü teşkil etmiştir. Milli Mücadele, artık bir Halk devletinin ekseni etrafında gelişmeye başlamış ve bu eksen Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline oturmuştur. Milletimizin özgürlük ve bağımsızlık aşkı, tüm zorlukları aşacak bir zenginlik oluşturmuş, gelecek dönemlerin anayasal ve siyasi gelişmelerin temelini oluşturacak önemli ve özgün bir girişim olmuştur.
Mustafa Kemal ATATÜRK; 1919 yılının 19 Mayıs'ında Samsun'a çıkışı ile milletin uyanmasını sağlayarak “Ulusal Kurtuluş Savaşı”nı başlatmıştır. Türk Milleti'nin emperyalist güçlere karşı Samsun’dan başlattığı özgürlük ve bağımsızlık hareketi, tüm yurda yayılmış, milletimizin istiklalini kurtarmak için giriştiği Milli Mücadele zaferle taçlandırılmıştır. Amasya Genelgesi ile Milli Mücadele ruhu oluşturulmuş, Erzurum ve Sivas Kongresi’nde alınan kararlar ile meşruiyet kazanan ulusal direnç, milletin egemenliğini yine milletin sağlayacağını ortaya koymuştur. Egemenliğin millette olduğu inancıyla, "Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da milli egemenliktir”. Sözü temel ilkesi olmuştur. “Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.” İçte ve dışta özgürlük bayrağı açılarak tam bağımsızlık hedeflenmiştir.
TBMM açılışı, çok zor şartlar altında gerçekleştirilmiştir. 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri; İstanbul’u zorla işgal edip, Mebusan Meclisi’ni basıp, milli dava uğruna çalışan Milli Mücadele yanlısı bazı milletvekillerini ve vatanseverleri tutuklayıp Malta’ya götürmüştür. ATATÜRK; aynı gün Hey’et-i Temsiliye namına yayınladığı bildiri ile işgalin Osmanlı Devleti’nin 700 yıllık hayatına ve egemenliğine son verdiğini, milli savaş dönemine girildiğini ve uygarlık yeteneğini kaybettiğini belirtmiş, halkı uygarlık yeteneğini, yaşama ve bağımsız kalma hakkını ve bütün bir geleceğini savunmaya çağırmıştır. 17 Mart 1920’de Mebusan Meclisi kapatılmadan Hey’et-i Temsiliye’nin geçici bir hükümet şeklinde “Kurucu Meclis”i toplamak istemiştir. 19 Mart 1920'de, yayımladığı genelgeyle; ''İtilaf Devletlerinin devlet merkezini resmen işgali, devletin yasama, yargı ve yürütme kuvvetlerden ibaret olan milli devlet kuvvetlerini bozmuştur. Vazife görmeye imkân görmediğini resmen hükümete bildirerek Meclis-i Mebusan dağıtılmıştır. Devlet merkezinin dokunulmazlığını, milletin bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri düşünmek ve uygulamak üzere millet tarafından Olağanüstü yetki verilecek bir Meclisin, Ankara'da toplantıya çağrılması ve dağıtılmış olan mebuslarında bu meclise iştirak ettirilmesi zaruri görülmüştür.
Memleket işlerini idare etmek ve denetlemek üzere olağanüstü yetkilere sahip bir meclis toplanacaktır. Meclis’e üye olarak seçilecek kimseler, milletvekilleri ile ilgili yasa hükümlerine bağlıdırlar. Seçimlerde sancaklar esas alınacak ve her sancaktan 5 üye seçilecektir. Seçimler, en geç 15 gün içinde Ankara’da çoğunluğu sağlayacak şekilde tamamlanacaktır”. Müslüman olmayan unsurların seçime katılamayacağı, her sancak bölgesinin bir seçim bölgesi olacağı, kesin ve kararlı ifadeler ile belirtilmiştir. Ulusun tüm kesimlerini kapsayan, ulusal bilince sahip, mücadele azmi yüksek, kararlı ve direnen halk temsilcilerinin seçilmesine özel dikkat ve önem verilmiştir. İşgalci emperyalizm, işbirlikçi saray ve onun hükümeti, meclisin açılmasına karşı çıkmasına rağmen “Milli İradenin” gücüne güvenerek TBMM’yi açılmasına karar verilmiştir.
TBMM’nin toplanması ve açılması döneminde ülkeyi meşgul eden isyanlar nedeniyle Ankara; “Ateş Çemberi içindedir”. Bir taraftan emperyalist işgal, diğer taraftan işbirlikçi saray ve onun hükümetin başlattığı iç isyan vardır. ATATÜRK, meclisin toplanacağı o günkü şartları ve durumu; “Bu türlü olaylara bundan sonra daha geniş çapta rastlayacağız. Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde, bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp, Nallıhan, Beypazarı üzerlerinden Ankara’ya yaklaşacak kadar genişleyen gericilik ve isyan dalgaları olmuştur. Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum. Nihayet, gelebilmiş olan milletvekilleriyle yetinerek, Meclis’in, Nisanın 23’üncü Cuma günü açılmasına karar verdik”. İç isyanlar, Ankara’nın yakınına ulaşmış ve büyük tehdit oluşturmuştur. Bu terör ve kargaşa ortamında yapılacak ilk işin düzenli orduyu oluşturmak için meclisi toplamaktır.
Direniş hareketi için gerekli olan halk desteğini ancak bu şekilde alınacağı düşünülmüştür. Girişilecek her hareketin halkın kararına dayanması ve halkın desteğinin oluşması, her şeyin meşru ve kanuna uygun olması şarttır. Ulusal direnişi temsil eden halk eylemi, yeni ve ileri bir aşamaya gelmiştir.
ATATÜRK, Meclisi oluşturma sürecinde “Hakimiyet-i Milliye”ye verdiği mülakatta; “16 Mart yürekler acısı olay üzerine artık İstanbul’a büsbütün kement vurulmuş, millet ve memleket başsız kalmıştı. Onun istiklalini düşünmek ve kurtarmak için Ankara’da milli bir meclis toplamak lazım geldi. Bu kanaat üzerine lazım gelen çarelere giriştik. Böylece Nisan ayı ortalarında milletvekilleri Ankara’da toplanmaya başladı.” sözü ile kararlılığını ortaya koymuştur.
21 Nisan 1920’de ise tüm birimlere “çok ivedi” gönderdiği telgraf ile ;"Tanrının yardımıyla Nisanın 23’üncü Cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır. Vatanın istiklâli, yüce Hilâfet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü cumaya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Velî Câmi-i Şerifinde cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancâk-ı Şerif alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir. Meclise girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Cuma günü ezandan önce minarelerde salâ verilecek. Bütün vatan topraklarının kurtuluşu için girişilen Millî Mücadele’nin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin, kendi vekillerinden meydana gelmiş olan bu Büyük Millet Meclisi’nin vereceği vatani görevleri yapmaya mecbur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Yüce Tanrı’dan tam bir başarıya ulaştırması niyaz olunur”.
Tebligat metnini Nutuk’ta; “O günün hissiyat anlayışına ne derece uyulmak mecburiyetinde bulunulduğunu gösteren bir belge” olarak tanımlamıştır. Meclisin açılışını, o gününün şartları ve zamanı Ankara’nın havası içinde düşünüldüğünde, vatan ve din duygularına seslenen uhrevi bir anlatımla kaleme alındığı görülmüştür. Dinsel temanın ağır bastığı törenin ayrıntısında açılışın Cuma gününe rastlamasıyla günün kutsallığından yararlanılmıştır. Padişah-Halife ve Saltanat makamının düşman elinden kurtarma görevini üstlenmiştir. Halife taraftarlarına karşı hem bir tedbir olarak, hem de bağımsızlık savaşına padişah yanlılarının desteğinin sağlanması amaçlanmıştır.
ATATÜRK, 22 Nisan 1920’de tebliğinde: “Nisanın 23’üncü Cuma günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askerî ve sivil bütün makamlarla bütün milletin tek merciinin Büyük Millet Meclisi olacağı bilgilerinize sunulur. Yarından başlayacak bütün milletin emir alacağı en büyük makamın Büyük Millet Meclisidir”. Meclis, özünde milletin kendi iradesine kendisinin hâkim olması için girişilen organ kuruluşu, köklü ve büyük bir siyasi değişimin dinamizmini oluşturmuştur. Gerçek anlamı ile Anadolu’da yeni bir devletin kuruluşunun temeli atılmıştır.
23 Nisan 1920 Cuma sabahı, halk Meclis Binası çevresinde toplanmış, kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içinde, Hacı Bayram Camii’nde kılınan öğle namazından sonra Meclis binası girişinde gözleri yaşartan muhteşem bir tören ile saat 13.45’de, 115 milletvekili ile ilk toplantısını çok sıkıntılı koşullar içinde gerçekleştirmiştir. Meclis Başkanlığı'na seçilen Sinop Milletvekili Şerif AYKAN: "İstanbul’un geçici kaydı ile yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve bütün temelleri ile halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir. Bu duruma baş eğmek, milletimizin, teklif olunan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri hür ve başına buyruk yaşamış olan milletimiz, kölelik durumunu son derece sertlik ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmiştir. Ulusumuzun iç ve dış bağımsızlık içinde alınyazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum." konuşması ile ilk meclis açılmıştır. Meclis, dini törenler içerisinde toplanır toplanmaz “İlk ve son sözü Padişah ve Halifeliğe bağlılık” olduğunu, milleti ve ülkeyi koruyacağına yemin etmiştir. Esir olan İstanbul hükümetine karşı ezelden beri hür yaşayan millet, esareti kabul etmemiştir. Onun için artık kendi mukadderatını kendi eline almıştır. “Ya İstiklal Ya Ölümdür”. Açılış konuşmasından sonra Mustafa Kemal ATATÜRK; "Yüce Meclisiniz bildiğiniz gibi olağanüstü yetkilere sahip olarak yeniden seçilmiş saygıdeğer milletvekilleriyle, taarruz ve işgale uğramış saltanat merkezinden canlarını kurtararak buraya gelen saygıdeğer milletvekillerinden oluşmuştur. Bu anda Meclisiniz yasal olarak toplanmış bulunmaktadır." Anadolu Türklüğünün varlığı ve geleceği için yaşamsal önem taşıyan, egemenliğin kayıtsız koşulsuz halka dayandığı Meclis dönemi başlamıştır.
Ulusal nitelikli ve ulusal egemenliğe dayalı ilk meclis oluşturulmuştur. Siyasal yapısı, kuruluş şekli ve kendisine tanıdığı özellikler bakımından büyük bir devrim yaratmıştır. Milletvekillerini seçerek “Millî Egemenliğe” dayalı yeni Türk parlamentosunun kurulmuş ve ismi "Büyük Millet Meclisi" olmuştur. Meclise varlık veren düşünce "Milli İrade"dir. Son derece geniş hak ve yetkilere sahip olan bir gerçek halk meclisidir. Devletin esaslarını belirleyen anayasayı hazırladığı için "Kurucu Meclis" sıfatıyla "Olağanüstü Yetkilerle Donatılmış Meclis" olmuştur. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kendi elinde toplayarak, büyük bir devrim gerçekleştiren, benzersiz bir yönetim organı olarak üstünde bir güç olmadığını ortaya koymuştur. Bundan sonraki stratejik hamlesi, emperyalist devletlerin işgali ve önemli tehlike olan İstanbul’un kışkırtarak oluşan isyanlar ile mücadele etmek olacaktır. Bunun için ulusal güçleri birleştirerek ordunun yeniden teşkilatlandırılması ile düzenli milli bir ordu kurmak. Yeni cephelerin tesisi ile cephe gerisini kontrol altına almak. Vatanın kurtuluşunu her şeyin üstünde tutarak kesin zaferi kazanarak vatanı düşmandan kurtarıp ulusal birliği oluşturmak ve ulusal bağımsızlığı gerçekleştirmek. Devletin otoritesini güçlendirmek, dış ülkeler ile ilişkileri kurmak ve Milli davayı dünyaya duyurmak. Ulusal iradeyi egemen kılarak milli egemenliği yürürlüğe koymak ve yeni devletin temel organlarını oluşturmak olmuştur. ATATÜRK; 23 Nisan akşamı Çankaya’da; “İç isyan kapılardadır. Başta ben olmazsam tehlikenin hafifleyeceği fikrinde olanlar var. Ben nereye gidebilirim? Şarka doğru tavsiyelerinde bulundular. Ben, tarihi görevimiz var, meclisi açmak. Bu görevi yerine getirelim de sonra düşünürüz, cevabını verdim ve meclisin hemen toplanması için tedbir aldım”. Hedefini ortaya koymuştur.
24 Nisan 1920’de TBMM başkanlık seçimi yapılmış, oybirliği ile Mustafa Kemal ATATÜRK seçilmiştir. Milli egemenliğin temsilcisi olan meclisin seçilen ilk sivil başkanı olarak yaptığı konuşmada; “Bugünkü müşkül vaziyet içinde alınması gereken önlemler bittabi büyük heyetinize ait olacaktır. Vatanı tehlikeli dağılış ve çöküş ve yıkılıştan kurtarmak için milletin bütün kuvvetlerini, esaslı bir teşkilat içinde birleştirmekten başka çare yoktur. Yüce Meclisinizin varlığı da, her şeyden evvel, meşruluk ve mesuliyet esaslarının, milletçe itibar ve saygı görmesinin şart sayıldığına bir delildir. Yüce Meclisinizde toplanan yüksek milli iradeye dayanarak meşruiyet ve yasallık kazanan ve saygıdeğer kurulunuzda ortaya çıkan millet vicdanının yargısına bağlı kalmak bakımından, sorumluluğu belirlenen bir gücün işleri yönetmesi zorunludur. Bu gücün doğal biçimi ise hükümettir. Ulusun yazgısını kayıtsız şartsız elinde tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hızla yeni bir devlet kurmaktır.” Türk Milletinin asırlar süren arayışlarının özü ve onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı bir timsali meclis açılmış ve kurtuluş mücadelesinin en önemli safhalarından birisi olmuştur. TBMM, kendisini ulusal iradenin tek ve üstün bir temsilcisi olarak tanımakla ulusun geleceğine el konmuş, fiili olarak olmasa bile, hukuksal bakımdan İstanbul Hükümeti'ni ortadan kaldırmıştır.
ATATÜRK, Nutuk’ta; “Hükümetin kurulması zaruridir. Geçici olarak bir hükümet başkanı seçmek veya Padişah’a bir vekil tanımak mümkün değildir. Mecliste yoğunlaşan milli iradenin, doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek temel ilkedir. TBMM üstünde bir kuvvet yoktur. Yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. Yüce meclis, sınırlı bir yasama göreviyle değil, milletin bütün işlerini üstlenmek ve memleketin ve halifenin kurtuluşunu sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. Padişah ve İslam halifesi her türlü zorlama ve baskıdan kurtulduğunda meclisin düzenleyeceği yasaya göre yerini alır. Milletin vicdanı da Meclis heyetinde tecelli etmiş olmak itibarı ile de, ona bağlı ve mesuliyetleri gene Meclisçe tayin edilecek bir heyetin işleri yürütmesi gereklidir. Bu ilkelere dayanan bir hükümetin niteliği kolayca anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, Milli hâkimiyet esasına dayanan halk hükümetidir, Cumhuriyet’tir” Meclisin ana hatları ve prensiplerini ortaya konmuş, ortaya konulan sistem gelecekte Cumhuriyetin temeli olmuştur.
Yine, Nutuk’ta; “Hakikat, Osmanlı saltanatının ve hilafetinin yıkılmış ve kalkmış olduğunu düşünerek, yeni esaslara dayanan, yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat vaziyeti olduğu gibi söylemek, maksadın büsbütün kaybolmasını mucip olabilirdi. Çünkü genel fikir ve eğilimler, Padişahın henüz mazur mevkiinde bulunduğu merkezindeydi. Hatta Mecliste, ilk anda hilafet ve saltanat makamı ile bağlantı kurmak ve aramak cereyanı baş göstermiştir. Uygulamayı bir takım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşünceleri üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi vakit geldikçe uygulamaktı. Ancak yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve sırasında ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculuklardan kimileri, ulusal hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünme ve ruh yeteneklerinin kavramı sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. Ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım.” Bu dönem için tuttuğu yol gerçekçi, haklı ve sağlıklıdır. Bugün, çağdaş uygarlık adına yapılan her gelişme ve kazanım o gün geçerli olan yöntemler ile benimsetilmiştir. 23 Nisan 1921’de “Hakimiyet-i Milliye”ye verdiği röportajda; “23 Nisan Cuma günü saat 14.00’te meclis binasının kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün varlığımı işgal eden bu fikirlere ve hislere boğulmuş bulunuyordum. İçeriye girip meclis salonunu dolduran milletvekillerinin emniyetli ve güvenli bakışlarla bana dönmüş olduklarını gördüğüm zaman teşebbüslerimizin milletin emellerine tamamen uygunluğunu bir kez daha anladım. Benimle fikir ve emelde ortak, milletin fikir ve emelini temsil eden arkadaşlarla beraber çalışacağımdan dolayı büyük bahtiyarlık duydum”. Milli Mücadele için yola çıktığı arkadaşları ile görüş ayrılığı oluşmasına rağmen ilk meclis olağanüstü zorluklara ve engellemelere, muhalefete karşın açılışı başarılmıştır.
TBMM üyeleri; gerçek anlamda halkın temsilcileri olan çok farklı meslek gruplarından oluşmuştur. Meclis, millete ait ve millet, eşit üyelerden oluşan sınıfsız bir toplum olarak ulusun bütünün temsil etmiş, azınlık milletvekilleri bulunmadığından “Ulusal Meclis” olmuştur. ATATÜRK, 1 Mayıs 1920’de meclisi; “Yüce Meclisinizi oluşturan zevat, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir. Fakat hepsinden meydana gelen İslami unsurlardır, samimi bir topluluktur. Dolayısıyla menfaatlerimiz ortaktır”. Meclis üyeleri, Cumhuriyet tarihinin tereddütsüz olarak en kutsal ve temsiliyet ile yokluk ve yoksulluk içinde çalışmıştır. Cesur, fedakâr ve vatansever halk çocukları; yaşlarına, olanaksızlıklarına ve sosyal konumlarına bakmadan vatanın tehlikede olduğunu görerek, hepsi birer özveri anıtı olarak yalnızca yurtsever duygularla mücadele etmiştir.
2 Mayıs 1920’de, Genelkurmay Başkanlığı işlerini de yürütmek üzere Büyük Millet Meclisi’nde 11 Bakandan oluşan "Bakanlar Kurulu" oluşturulmuştur. 5 Mayıs’ta, Mustafa Kemal ATATÜRK başkanlığında ilk toplantısını yapmış ve “Ulusal Egemenliğe” dayalı yeni “Türk Devleti” doğmuştur. Bu meclisin içinden bir “Halk Hükümeti" kurulmuştur. Meclis tarafından görevlendirilecek bir heyet ile hükümet işlerini gören ve Meclis Başkanı bu hükümetin başkanı olan "Meclis Hükümeti Modeli" benimsenmiştir. TBMM Başkanı, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın görevlerini üstlenmiştir. Üyeler bu anlamda tek tek ve toplu olarak Meclis'e karşı sorumludurlar. Kanun yapma yasama ve yürütme yetkilerini birlikte kullanarak iktidarı devralmış, her konuda hükümeti denetleme hakkına sahip olmuştur. Yasama görevi saltanat ya da sultan adına değil, millet adına yapılmıştır. Egemenlik artık kutsalda değil halkta olduğunu kabul eden meclis olmuştur. Yabancı devletler ile ilişkilerinde bağımsızlığına saygı gösterenlerle siyasi ilişkiler kurmayı, anlaşmalar yapmayı, barış içinde yaşamayı, dost ülkelerle uygar ilişkiler kurulmayı ilke edinmiş ve ulusal politika haline getirmiştir. Sami Ağaoğlu;“Milletin özünden kopup gelmişti. Türk milletinin geçmişi ile geleceğini yan yana ve karşı karşıya koyan meclisti. Temsil edilmeyen hiçbir fikir ve istek yoktu. Cumhuriyet, gerçek anlamda bu meclisin içinde doğmuş, Saltanat, bu meclis içinde yıkılmıştır” ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu;“Ulusal egemenlik çağını başlatan ve dünya tarihinde tutsak ulusların emperyalist saldırganlara karşı başkaldırma çağını açan tam bir ihtilal meclisi, bu meclisin üyeleri de gerçek devrimcilerdir.” Ceyhun Atuf Kansu’da;“Halk ışığı, halk yönetim ustası, halk önderi, devrimci ve halkçı bir kalpaklı Mustafa Kemal ATATÜRK karizmatik lider ortaya çıkmıştır. Siyasi liderliği ile birbirileri ile bağlantılı olarak meclisin açılması ve ordunun kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Harbin yüksek sevk ve idaresi ile toplumla aracısız ilişkileri ve en zor kararları bile hızla yürürlüğe koymuştur.” Sözleri ile meclisi anlatmışlardır. 4-5 Nisan 1920’de ATATÜRK, Yunus Nadi ile söyleşide; “Ben her kerameti meclisten bekleyenlerdenim. Bir devre yetişti ki onda her şey meşru olmalıdır. Meclis kuram değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. Önce Meclis, sonra ordu. Orduyu yapacak millet olan ve onun yerine meclistir”. Milletin ve ülkenin geleceğine el koymak için vazgeçilmez iki kurum meclis ve ordu olduğunu belirtmiştir.
TBMM’nin açılması ve düzenli ordunun kurulması ile ülke topraklarının yabancı işgalinden kurtarılması gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda; 3 Aralık 1920’de Ermenistan Cumhuriyeti ile Gümrü Barış Antlaşması, ilk uluslararası antlaşması olmuş ve Doğu Cephesi kapatılmıştır. 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması ile Rusya, yeni Türk Devletini ve Misak-ı Millî ilkelerini tanımıştır. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması ile Fransızlar savaştan çekilmiştir. 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi ile Doğu Trakya kurtulmuştur. 26 Ağustos 1922’de Kocatepe/ Afyon'da başlatılan "Büyük Taarruz " ile 30 Ağustos 1922 tarihinde "Büyük Zafer" kazanılmış ve Yunan orduları 9 Eylül 1922’de emperyalizmle birlikte İzmir'de denize dökülmüş ve 18 Eylül’de Anadolu’da hiçbir yabancı askerî güç kalmamıştır. Bu zafer, 24 Temmuz 1923’de “Lozan Antlaşması” diplomatik zaferle taçlandırılmış, yeni kurulan Türk Devleti, askerî, siyasî ve ekonomik özgürlüğüne kavuşmuştur. 13 Ekim 1923'te Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olmuş ve 29 Ekim 1923'te “Cumhuriyet” ilanı edilmesi ile Mustafa Kemal ATATÜRK, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Milli Kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne yüceltmek için planlı ve yoğun kalkınma hamleleri başlatılmıştır. Modern, çağdaş ve uygar bir devlet olarak çağı yakalamak için ihtiyaç duyulan "Devrimler" yapılmıştır.
21.Yüzyılın lideri ve dünya barışına önderlik eden Mustafa Kemal ATATÜRK, sadece Türk halkını modern, çağdaş, uygar, özgür ve bağımsız bir ulusa dönüştürmek değil mazlum ve sömürülen ülkelere önderlik ve rehberlik etmiştir. TBMM, 3.5 yıllık Milli Mücadele döneminde bağımsızlığı gerçekleştiren, anayasal ve siyasal gelişmelere temel oluşturan önemli ve etkin bir girişim olup, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan “Müdafaa-i Hukuk” anlayışının somut bir ifadesidir. Bu Meclis, 600 yıllık bir monarşiden ve 10 yıllık bir meşrutiyetten 1920-1923 sürecinde “Milli Egemenliğe” dayanan “Cumhuriyet” devletini yaratmıştır. 23 Nisan 2020, ATATÜRK’ÜN hem fikir ve aksiyon adamı olarak önderliğinde ve liderliğinde Türk Milleti’nin emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı “Özgürlük Bayrağını” açıp Milli Mücadele’yi başlatarak “Tam Bağımsızlık”, saraya ve sultana karşı “Milli Egemenlik”, cehalete ve bağnazlığa karşı uygarlık ve çağdaşlık hakkı için mücadele ediliş, iflasa ve işgale karşı “Direniş ve Kurtuluştur.”
“23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nın 100.Yıldönümü, Türk Milletine kutlu olsun. ATATÜRK; "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." En büyük “Eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği Gençlere; "Ey Türk Gençliği, Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Türk istikbalinin evladı olarak hangi ahval ve şerait içinde olsa dahi, birinci vazifemiz Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini korumak ve gelecek nesillere kadar yaşatmaktır.” Gençler; Türkiye Cumhuriyeti Devletine, dünya var oldukça sonsuza kadar sahip çıkacak, kurtuluşunu ve kuruluşunu sağlayan anlamlı günleri kutlayacak ve yaşatacaktır.
Mustafa Kemal ATATÜRK; 1919 yılının 19 Mayıs'ında Samsun'a çıkışı ile milletin uyanmasını sağlayarak “Ulusal Kurtuluş Savaşı”nı başlatmıştır. Türk Milleti'nin emperyalist güçlere karşı Samsun’dan başlattığı özgürlük ve bağımsızlık hareketi, tüm yurda yayılmış, milletimizin istiklalini kurtarmak için giriştiği Milli Mücadele zaferle taçlandırılmıştır. Amasya Genelgesi ile Milli Mücadele ruhu oluşturulmuş, Erzurum ve Sivas Kongresi’nde alınan kararlar ile meşruiyet kazanan ulusal direnç, milletin egemenliğini yine milletin sağlayacağını ortaya koymuştur. Egemenliğin millette olduğu inancıyla, "Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da milli egemenliktir”. Sözü temel ilkesi olmuştur. “Kuva-yı Milliye’yi tek kuvvet olarak tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.” İçte ve dışta özgürlük bayrağı açılarak tam bağımsızlık hedeflenmiştir.
TBMM açılışı, çok zor şartlar altında gerçekleştirilmiştir. 16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri; İstanbul’u zorla işgal edip, Mebusan Meclisi’ni basıp, milli dava uğruna çalışan Milli Mücadele yanlısı bazı milletvekillerini ve vatanseverleri tutuklayıp Malta’ya götürmüştür. ATATÜRK; aynı gün Hey’et-i Temsiliye namına yayınladığı bildiri ile işgalin Osmanlı Devleti’nin 700 yıllık hayatına ve egemenliğine son verdiğini, milli savaş dönemine girildiğini ve uygarlık yeteneğini kaybettiğini belirtmiş, halkı uygarlık yeteneğini, yaşama ve bağımsız kalma hakkını ve bütün bir geleceğini savunmaya çağırmıştır. 17 Mart 1920’de Mebusan Meclisi kapatılmadan Hey’et-i Temsiliye’nin geçici bir hükümet şeklinde “Kurucu Meclis”i toplamak istemiştir. 19 Mart 1920'de, yayımladığı genelgeyle; ''İtilaf Devletlerinin devlet merkezini resmen işgali, devletin yasama, yargı ve yürütme kuvvetlerden ibaret olan milli devlet kuvvetlerini bozmuştur. Vazife görmeye imkân görmediğini resmen hükümete bildirerek Meclis-i Mebusan dağıtılmıştır. Devlet merkezinin dokunulmazlığını, milletin bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri düşünmek ve uygulamak üzere millet tarafından Olağanüstü yetki verilecek bir Meclisin, Ankara'da toplantıya çağrılması ve dağıtılmış olan mebuslarında bu meclise iştirak ettirilmesi zaruri görülmüştür.
Memleket işlerini idare etmek ve denetlemek üzere olağanüstü yetkilere sahip bir meclis toplanacaktır. Meclis’e üye olarak seçilecek kimseler, milletvekilleri ile ilgili yasa hükümlerine bağlıdırlar. Seçimlerde sancaklar esas alınacak ve her sancaktan 5 üye seçilecektir. Seçimler, en geç 15 gün içinde Ankara’da çoğunluğu sağlayacak şekilde tamamlanacaktır”. Müslüman olmayan unsurların seçime katılamayacağı, her sancak bölgesinin bir seçim bölgesi olacağı, kesin ve kararlı ifadeler ile belirtilmiştir. Ulusun tüm kesimlerini kapsayan, ulusal bilince sahip, mücadele azmi yüksek, kararlı ve direnen halk temsilcilerinin seçilmesine özel dikkat ve önem verilmiştir. İşgalci emperyalizm, işbirlikçi saray ve onun hükümeti, meclisin açılmasına karşı çıkmasına rağmen “Milli İradenin” gücüne güvenerek TBMM’yi açılmasına karar verilmiştir.
TBMM’nin toplanması ve açılması döneminde ülkeyi meşgul eden isyanlar nedeniyle Ankara; “Ateş Çemberi içindedir”. Bir taraftan emperyalist işgal, diğer taraftan işbirlikçi saray ve onun hükümetin başlattığı iç isyan vardır. ATATÜRK, meclisin toplanacağı o günkü şartları ve durumu; “Bu türlü olaylara bundan sonra daha geniş çapta rastlayacağız. Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasını ve açılmasını sağlamaya çalıştığımız günlerde, bizi en çok uğraştıran, Düzce, Hendek, Gerede gibi Bolu bölgesindeki yerlerden başlayıp, Nallıhan, Beypazarı üzerlerinden Ankara’ya yaklaşacak kadar genişleyen gericilik ve isyan dalgaları olmuştur. Ben bir taraftan bu dalgaların durdurulmasına çalışırken, bir taraftan da Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamak ve böyle durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum. Nihayet, gelebilmiş olan milletvekilleriyle yetinerek, Meclis’in, Nisanın 23’üncü Cuma günü açılmasına karar verdik”. İç isyanlar, Ankara’nın yakınına ulaşmış ve büyük tehdit oluşturmuştur. Bu terör ve kargaşa ortamında yapılacak ilk işin düzenli orduyu oluşturmak için meclisi toplamaktır.
Direniş hareketi için gerekli olan halk desteğini ancak bu şekilde alınacağı düşünülmüştür. Girişilecek her hareketin halkın kararına dayanması ve halkın desteğinin oluşması, her şeyin meşru ve kanuna uygun olması şarttır. Ulusal direnişi temsil eden halk eylemi, yeni ve ileri bir aşamaya gelmiştir.
ATATÜRK, Meclisi oluşturma sürecinde “Hakimiyet-i Milliye”ye verdiği mülakatta; “16 Mart yürekler acısı olay üzerine artık İstanbul’a büsbütün kement vurulmuş, millet ve memleket başsız kalmıştı. Onun istiklalini düşünmek ve kurtarmak için Ankara’da milli bir meclis toplamak lazım geldi. Bu kanaat üzerine lazım gelen çarelere giriştik. Böylece Nisan ayı ortalarında milletvekilleri Ankara’da toplanmaya başladı.” sözü ile kararlılığını ortaya koymuştur.
21 Nisan 1920’de ise tüm birimlere “çok ivedi” gönderdiği telgraf ile ;"Tanrının yardımıyla Nisanın 23’üncü Cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır. Vatanın istiklâli, yüce Hilâfet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü cumaya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Velî Câmi-i Şerifinde cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır. Namazdan sonra, Sakal-ı Şerif ve Sancâk-ı Şerif alınarak Meclisin toplanacağı yere gidilecektir. Meclise girmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. Cuma günü ezandan önce minarelerde salâ verilecek. Bütün vatan topraklarının kurtuluşu için girişilen Millî Mücadele’nin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin, kendi vekillerinden meydana gelmiş olan bu Büyük Millet Meclisi’nin vereceği vatani görevleri yapmaya mecbur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Yüce Tanrı’dan tam bir başarıya ulaştırması niyaz olunur”.
Tebligat metnini Nutuk’ta; “O günün hissiyat anlayışına ne derece uyulmak mecburiyetinde bulunulduğunu gösteren bir belge” olarak tanımlamıştır. Meclisin açılışını, o gününün şartları ve zamanı Ankara’nın havası içinde düşünüldüğünde, vatan ve din duygularına seslenen uhrevi bir anlatımla kaleme alındığı görülmüştür. Dinsel temanın ağır bastığı törenin ayrıntısında açılışın Cuma gününe rastlamasıyla günün kutsallığından yararlanılmıştır. Padişah-Halife ve Saltanat makamının düşman elinden kurtarma görevini üstlenmiştir. Halife taraftarlarına karşı hem bir tedbir olarak, hem de bağımsızlık savaşına padişah yanlılarının desteğinin sağlanması amaçlanmıştır.
ATATÜRK, 22 Nisan 1920’de tebliğinde: “Nisanın 23’üncü Cuma günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından, o günden itibaren askerî ve sivil bütün makamlarla bütün milletin tek merciinin Büyük Millet Meclisi olacağı bilgilerinize sunulur. Yarından başlayacak bütün milletin emir alacağı en büyük makamın Büyük Millet Meclisidir”. Meclis, özünde milletin kendi iradesine kendisinin hâkim olması için girişilen organ kuruluşu, köklü ve büyük bir siyasi değişimin dinamizmini oluşturmuştur. Gerçek anlamı ile Anadolu’da yeni bir devletin kuruluşunun temeli atılmıştır.
23 Nisan 1920 Cuma sabahı, halk Meclis Binası çevresinde toplanmış, kendi kaderine sahip çıkmanın coşkusu içinde, Hacı Bayram Camii’nde kılınan öğle namazından sonra Meclis binası girişinde gözleri yaşartan muhteşem bir tören ile saat 13.45’de, 115 milletvekili ile ilk toplantısını çok sıkıntılı koşullar içinde gerçekleştirmiştir. Meclis Başkanlığı'na seçilen Sinop Milletvekili Şerif AYKAN: "İstanbul’un geçici kaydı ile yabancı kuvvetler tarafından işgal olunduğu ve bütün temelleri ile halifelik makamının ve hükümet merkezinin bağımsızlığının yok edildiği hepimizce bilinmektedir. Bu duruma baş eğmek, milletimizin, teklif olunan yabancı köleliğini kabul etmesi demektir. Ancak tam bağımsızlık ile yaşamak için kesin olarak kararlı bulunan ve ezelden beri hür ve başına buyruk yaşamış olan milletimiz, kölelik durumunu son derece sertlik ve kesinlikle reddetmiş ve hemen vekillerini toplamaya başlayarak Yüksek Meclisimizi meydana getirmiştir. Ulusumuzun iç ve dış bağımsızlık içinde alınyazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum." konuşması ile ilk meclis açılmıştır. Meclis, dini törenler içerisinde toplanır toplanmaz “İlk ve son sözü Padişah ve Halifeliğe bağlılık” olduğunu, milleti ve ülkeyi koruyacağına yemin etmiştir. Esir olan İstanbul hükümetine karşı ezelden beri hür yaşayan millet, esareti kabul etmemiştir. Onun için artık kendi mukadderatını kendi eline almıştır. “Ya İstiklal Ya Ölümdür”. Açılış konuşmasından sonra Mustafa Kemal ATATÜRK; "Yüce Meclisiniz bildiğiniz gibi olağanüstü yetkilere sahip olarak yeniden seçilmiş saygıdeğer milletvekilleriyle, taarruz ve işgale uğramış saltanat merkezinden canlarını kurtararak buraya gelen saygıdeğer milletvekillerinden oluşmuştur. Bu anda Meclisiniz yasal olarak toplanmış bulunmaktadır." Anadolu Türklüğünün varlığı ve geleceği için yaşamsal önem taşıyan, egemenliğin kayıtsız koşulsuz halka dayandığı Meclis dönemi başlamıştır.
Ulusal nitelikli ve ulusal egemenliğe dayalı ilk meclis oluşturulmuştur. Siyasal yapısı, kuruluş şekli ve kendisine tanıdığı özellikler bakımından büyük bir devrim yaratmıştır. Milletvekillerini seçerek “Millî Egemenliğe” dayalı yeni Türk parlamentosunun kurulmuş ve ismi "Büyük Millet Meclisi" olmuştur. Meclise varlık veren düşünce "Milli İrade"dir. Son derece geniş hak ve yetkilere sahip olan bir gerçek halk meclisidir. Devletin esaslarını belirleyen anayasayı hazırladığı için "Kurucu Meclis" sıfatıyla "Olağanüstü Yetkilerle Donatılmış Meclis" olmuştur. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerini kendi elinde toplayarak, büyük bir devrim gerçekleştiren, benzersiz bir yönetim organı olarak üstünde bir güç olmadığını ortaya koymuştur. Bundan sonraki stratejik hamlesi, emperyalist devletlerin işgali ve önemli tehlike olan İstanbul’un kışkırtarak oluşan isyanlar ile mücadele etmek olacaktır. Bunun için ulusal güçleri birleştirerek ordunun yeniden teşkilatlandırılması ile düzenli milli bir ordu kurmak. Yeni cephelerin tesisi ile cephe gerisini kontrol altına almak. Vatanın kurtuluşunu her şeyin üstünde tutarak kesin zaferi kazanarak vatanı düşmandan kurtarıp ulusal birliği oluşturmak ve ulusal bağımsızlığı gerçekleştirmek. Devletin otoritesini güçlendirmek, dış ülkeler ile ilişkileri kurmak ve Milli davayı dünyaya duyurmak. Ulusal iradeyi egemen kılarak milli egemenliği yürürlüğe koymak ve yeni devletin temel organlarını oluşturmak olmuştur. ATATÜRK; 23 Nisan akşamı Çankaya’da; “İç isyan kapılardadır. Başta ben olmazsam tehlikenin hafifleyeceği fikrinde olanlar var. Ben nereye gidebilirim? Şarka doğru tavsiyelerinde bulundular. Ben, tarihi görevimiz var, meclisi açmak. Bu görevi yerine getirelim de sonra düşünürüz, cevabını verdim ve meclisin hemen toplanması için tedbir aldım”. Hedefini ortaya koymuştur.
24 Nisan 1920’de TBMM başkanlık seçimi yapılmış, oybirliği ile Mustafa Kemal ATATÜRK seçilmiştir. Milli egemenliğin temsilcisi olan meclisin seçilen ilk sivil başkanı olarak yaptığı konuşmada; “Bugünkü müşkül vaziyet içinde alınması gereken önlemler bittabi büyük heyetinize ait olacaktır. Vatanı tehlikeli dağılış ve çöküş ve yıkılıştan kurtarmak için milletin bütün kuvvetlerini, esaslı bir teşkilat içinde birleştirmekten başka çare yoktur. Yüce Meclisinizin varlığı da, her şeyden evvel, meşruluk ve mesuliyet esaslarının, milletçe itibar ve saygı görmesinin şart sayıldığına bir delildir. Yüce Meclisinizde toplanan yüksek milli iradeye dayanarak meşruiyet ve yasallık kazanan ve saygıdeğer kurulunuzda ortaya çıkan millet vicdanının yargısına bağlı kalmak bakımından, sorumluluğu belirlenen bir gücün işleri yönetmesi zorunludur. Bu gücün doğal biçimi ise hükümettir. Ulusun yazgısını kayıtsız şartsız elinde tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hızla yeni bir devlet kurmaktır.” Türk Milletinin asırlar süren arayışlarının özü ve onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı bir timsali meclis açılmış ve kurtuluş mücadelesinin en önemli safhalarından birisi olmuştur. TBMM, kendisini ulusal iradenin tek ve üstün bir temsilcisi olarak tanımakla ulusun geleceğine el konmuş, fiili olarak olmasa bile, hukuksal bakımdan İstanbul Hükümeti'ni ortadan kaldırmıştır.
ATATÜRK, Nutuk’ta; “Hükümetin kurulması zaruridir. Geçici olarak bir hükümet başkanı seçmek veya Padişah’a bir vekil tanımak mümkün değildir. Mecliste yoğunlaşan milli iradenin, doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koymuş olduğunu kabul etmek temel ilkedir. TBMM üstünde bir kuvvet yoktur. Yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. Yüce meclis, sınırlı bir yasama göreviyle değil, milletin bütün işlerini üstlenmek ve memleketin ve halifenin kurtuluşunu sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da milli egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. Padişah ve İslam halifesi her türlü zorlama ve baskıdan kurtulduğunda meclisin düzenleyeceği yasaya göre yerini alır. Milletin vicdanı da Meclis heyetinde tecelli etmiş olmak itibarı ile de, ona bağlı ve mesuliyetleri gene Meclisçe tayin edilecek bir heyetin işleri yürütmesi gereklidir. Bu ilkelere dayanan bir hükümetin niteliği kolayca anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, Milli hâkimiyet esasına dayanan halk hükümetidir, Cumhuriyet’tir” Meclisin ana hatları ve prensiplerini ortaya konmuş, ortaya konulan sistem gelecekte Cumhuriyetin temeli olmuştur.
Yine, Nutuk’ta; “Hakikat, Osmanlı saltanatının ve hilafetinin yıkılmış ve kalkmış olduğunu düşünerek, yeni esaslara dayanan, yeni bir devlet kurmaktan ibaretti. Fakat vaziyeti olduğu gibi söylemek, maksadın büsbütün kaybolmasını mucip olabilirdi. Çünkü genel fikir ve eğilimler, Padişahın henüz mazur mevkiinde bulunduğu merkezindeydi. Hatta Mecliste, ilk anda hilafet ve saltanat makamı ile bağlantı kurmak ve aramak cereyanı baş göstermiştir. Uygulamayı bir takım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşünceleri üzerinde işlemek ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi vakit geldikçe uygulamaktı. Ancak yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve sırasında ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculuklardan kimileri, ulusal hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünme ve ruh yeteneklerinin kavramı sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. Ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım.” Bu dönem için tuttuğu yol gerçekçi, haklı ve sağlıklıdır. Bugün, çağdaş uygarlık adına yapılan her gelişme ve kazanım o gün geçerli olan yöntemler ile benimsetilmiştir. 23 Nisan 1921’de “Hakimiyet-i Milliye”ye verdiği röportajda; “23 Nisan Cuma günü saat 14.00’te meclis binasının kapısından girerken, günlerden ve gecelerden beri bütün varlığımı işgal eden bu fikirlere ve hislere boğulmuş bulunuyordum. İçeriye girip meclis salonunu dolduran milletvekillerinin emniyetli ve güvenli bakışlarla bana dönmüş olduklarını gördüğüm zaman teşebbüslerimizin milletin emellerine tamamen uygunluğunu bir kez daha anladım. Benimle fikir ve emelde ortak, milletin fikir ve emelini temsil eden arkadaşlarla beraber çalışacağımdan dolayı büyük bahtiyarlık duydum”. Milli Mücadele için yola çıktığı arkadaşları ile görüş ayrılığı oluşmasına rağmen ilk meclis olağanüstü zorluklara ve engellemelere, muhalefete karşın açılışı başarılmıştır.
TBMM üyeleri; gerçek anlamda halkın temsilcileri olan çok farklı meslek gruplarından oluşmuştur. Meclis, millete ait ve millet, eşit üyelerden oluşan sınıfsız bir toplum olarak ulusun bütünün temsil etmiş, azınlık milletvekilleri bulunmadığından “Ulusal Meclis” olmuştur. ATATÜRK, 1 Mayıs 1920’de meclisi; “Yüce Meclisinizi oluşturan zevat, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir. Fakat hepsinden meydana gelen İslami unsurlardır, samimi bir topluluktur. Dolayısıyla menfaatlerimiz ortaktır”. Meclis üyeleri, Cumhuriyet tarihinin tereddütsüz olarak en kutsal ve temsiliyet ile yokluk ve yoksulluk içinde çalışmıştır. Cesur, fedakâr ve vatansever halk çocukları; yaşlarına, olanaksızlıklarına ve sosyal konumlarına bakmadan vatanın tehlikede olduğunu görerek, hepsi birer özveri anıtı olarak yalnızca yurtsever duygularla mücadele etmiştir.
2 Mayıs 1920’de, Genelkurmay Başkanlığı işlerini de yürütmek üzere Büyük Millet Meclisi’nde 11 Bakandan oluşan "Bakanlar Kurulu" oluşturulmuştur. 5 Mayıs’ta, Mustafa Kemal ATATÜRK başkanlığında ilk toplantısını yapmış ve “Ulusal Egemenliğe” dayalı yeni “Türk Devleti” doğmuştur. Bu meclisin içinden bir “Halk Hükümeti" kurulmuştur. Meclis tarafından görevlendirilecek bir heyet ile hükümet işlerini gören ve Meclis Başkanı bu hükümetin başkanı olan "Meclis Hükümeti Modeli" benimsenmiştir. TBMM Başkanı, Başbakan’ın ve Cumhurbaşkanı’nın görevlerini üstlenmiştir. Üyeler bu anlamda tek tek ve toplu olarak Meclis'e karşı sorumludurlar. Kanun yapma yasama ve yürütme yetkilerini birlikte kullanarak iktidarı devralmış, her konuda hükümeti denetleme hakkına sahip olmuştur. Yasama görevi saltanat ya da sultan adına değil, millet adına yapılmıştır. Egemenlik artık kutsalda değil halkta olduğunu kabul eden meclis olmuştur. Yabancı devletler ile ilişkilerinde bağımsızlığına saygı gösterenlerle siyasi ilişkiler kurmayı, anlaşmalar yapmayı, barış içinde yaşamayı, dost ülkelerle uygar ilişkiler kurulmayı ilke edinmiş ve ulusal politika haline getirmiştir. Sami Ağaoğlu;“Milletin özünden kopup gelmişti. Türk milletinin geçmişi ile geleceğini yan yana ve karşı karşıya koyan meclisti. Temsil edilmeyen hiçbir fikir ve istek yoktu. Cumhuriyet, gerçek anlamda bu meclisin içinde doğmuş, Saltanat, bu meclis içinde yıkılmıştır” ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu;“Ulusal egemenlik çağını başlatan ve dünya tarihinde tutsak ulusların emperyalist saldırganlara karşı başkaldırma çağını açan tam bir ihtilal meclisi, bu meclisin üyeleri de gerçek devrimcilerdir.” Ceyhun Atuf Kansu’da;“Halk ışığı, halk yönetim ustası, halk önderi, devrimci ve halkçı bir kalpaklı Mustafa Kemal ATATÜRK karizmatik lider ortaya çıkmıştır. Siyasi liderliği ile birbirileri ile bağlantılı olarak meclisin açılması ve ordunun kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Harbin yüksek sevk ve idaresi ile toplumla aracısız ilişkileri ve en zor kararları bile hızla yürürlüğe koymuştur.” Sözleri ile meclisi anlatmışlardır. 4-5 Nisan 1920’de ATATÜRK, Yunus Nadi ile söyleşide; “Ben her kerameti meclisten bekleyenlerdenim. Bir devre yetişti ki onda her şey meşru olmalıdır. Meclis kuram değil gerçektir ve gerçeklerin en büyüğüdür. Önce Meclis, sonra ordu. Orduyu yapacak millet olan ve onun yerine meclistir”. Milletin ve ülkenin geleceğine el koymak için vazgeçilmez iki kurum meclis ve ordu olduğunu belirtmiştir.
TBMM’nin açılması ve düzenli ordunun kurulması ile ülke topraklarının yabancı işgalinden kurtarılması gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda; 3 Aralık 1920’de Ermenistan Cumhuriyeti ile Gümrü Barış Antlaşması, ilk uluslararası antlaşması olmuş ve Doğu Cephesi kapatılmıştır. 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması ile Rusya, yeni Türk Devletini ve Misak-ı Millî ilkelerini tanımıştır. 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması ile Fransızlar savaştan çekilmiştir. 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi ile Doğu Trakya kurtulmuştur. 26 Ağustos 1922’de Kocatepe/ Afyon'da başlatılan "Büyük Taarruz " ile 30 Ağustos 1922 tarihinde "Büyük Zafer" kazanılmış ve Yunan orduları 9 Eylül 1922’de emperyalizmle birlikte İzmir'de denize dökülmüş ve 18 Eylül’de Anadolu’da hiçbir yabancı askerî güç kalmamıştır. Bu zafer, 24 Temmuz 1923’de “Lozan Antlaşması” diplomatik zaferle taçlandırılmış, yeni kurulan Türk Devleti, askerî, siyasî ve ekonomik özgürlüğüne kavuşmuştur. 13 Ekim 1923'te Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olmuş ve 29 Ekim 1923'te “Cumhuriyet” ilanı edilmesi ile Mustafa Kemal ATATÜRK, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Milli Kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne yüceltmek için planlı ve yoğun kalkınma hamleleri başlatılmıştır. Modern, çağdaş ve uygar bir devlet olarak çağı yakalamak için ihtiyaç duyulan "Devrimler" yapılmıştır.
21.Yüzyılın lideri ve dünya barışına önderlik eden Mustafa Kemal ATATÜRK, sadece Türk halkını modern, çağdaş, uygar, özgür ve bağımsız bir ulusa dönüştürmek değil mazlum ve sömürülen ülkelere önderlik ve rehberlik etmiştir. TBMM, 3.5 yıllık Milli Mücadele döneminde bağımsızlığı gerçekleştiren, anayasal ve siyasal gelişmelere temel oluşturan önemli ve etkin bir girişim olup, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her türüne karşı çıkan “Müdafaa-i Hukuk” anlayışının somut bir ifadesidir. Bu Meclis, 600 yıllık bir monarşiden ve 10 yıllık bir meşrutiyetten 1920-1923 sürecinde “Milli Egemenliğe” dayanan “Cumhuriyet” devletini yaratmıştır. 23 Nisan 2020, ATATÜRK’ÜN hem fikir ve aksiyon adamı olarak önderliğinde ve liderliğinde Türk Milleti’nin emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı “Özgürlük Bayrağını” açıp Milli Mücadele’yi başlatarak “Tam Bağımsızlık”, saraya ve sultana karşı “Milli Egemenlik”, cehalete ve bağnazlığa karşı uygarlık ve çağdaşlık hakkı için mücadele ediliş, iflasa ve işgale karşı “Direniş ve Kurtuluştur.”
“23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nın 100.Yıldönümü, Türk Milletine kutlu olsun. ATATÜRK; "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." En büyük “Eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettiği Gençlere; "Ey Türk Gençliği, Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Türk istikbalinin evladı olarak hangi ahval ve şerait içinde olsa dahi, birinci vazifemiz Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini korumak ve gelecek nesillere kadar yaşatmaktır.” Gençler; Türkiye Cumhuriyeti Devletine, dünya var oldukça sonsuza kadar sahip çıkacak, kurtuluşunu ve kuruluşunu sağlayan anlamlı günleri kutlayacak ve yaşatacaktır.
KAYNAKÇA;
ATATÜRK, Gazi Mustafa Kemal, “NUTUK (1919-1927)”, 2006.
ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri I,II,III (1918-1938), Gnkur.Bsm., Ankara, 1981.
ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam 1919-1922, Remzi Kitapevi, C-II, 1987, İstanbul
AYDOĞAN, Metin, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaş, İnkılap Yayınevi, 2017, İstanbul.
MEYDAN, Sinan, ATATÜRK ETKİSİ, Kurtuluş, İnkılap Yayınevi, 2018.
MÜTERCİMLER, Erol, Fikrimiz Rehberi, Gazi Mustafa Kemal, Alfa Yayınları,2008, İstanbul.
ÖZDEMİR, Hikmet, Savaşta ve Barışta Kemal ATATÜRK, Doğan Egmont Yayıncılık, 2019, İstanbul.