9 Mart 2019 Cumartesi günü söyleşi yapılmıştır.



11 Mart 2019 , Pazartesi

Kumpas davalarını tekrar gündeme getirmek, bu konuda toplumsal hafızayı canlı tutmak, davalar ve kumpasçıların yargılanmalarıyla ilgili son gelişmeleri katılımcılar, basın ve kamuoyu ile paylaşmak, bu çerçevede kumpasçıların yargılanmaları için kamuoyu baskısı oluşturmak amacıyla bir dizi söyleşi planlanmıştır.

Söyleşilerin onüçüncüsü 09 Mart 2019 Cumartesi günü yapılmış, TESUD Genel Merkezi'nde düzenlenen söyleşide, aynı zamanda dava kapsamında yargılanıp beraat eden gazeteci yazar Müyesser Yıldız ve eski emniyet müdürü yazar Hanefi Avcı Oda TV davasını anlatmışlardır.

Söyleşinin açış konuşmasını yapan Kumpasder Başkanı Ahmet Tatar, “Odatv kumpasıyla aslında bizim sesimizi kesmek istemişlerdi. Zira o günün medyasına bakınca, tam bir ilizyon hali sözkonusuydu. Kendi askerimizin camileri bombalayacağına, halkın üzerine tank süreceğine dair bir ilizyon. Bunun dışında kalan, nefes borusu olan sadece Odatv'ydi. Küçük, ama çapı son derece genişleyen bir medya aracı olarak çıktı, gerçekleri yazdı. Büyük bir badireyi atlattı ve bir vaha gibi yerini koruyor” dedi. Tatar, Hanefi Avcı için de, “Nevi şahsına münhasır, kendi geçmişini hiçbir komplekse kapılmadan eleştiren bir emniyetçi ve hukukçu” ifadelerini kullandı.

Söyleşide, virüslerle yapılan saldırılar sonucunda Odatv ve Müyesser Yıldız'ın bilgisayarlarının nasıl ele geçirilip, sahte “Örgüt dokümanlarının” hangi yöntemlerle yüklendiği konusunda detaylı bilgi veren Hanefi Avcı, şunları söyledi:

“Hazırlanan sahte örgüt dokümanlarını bir sosyal mühendislik çalışması ile bilgisayarlara yerleştirdiler. Soner Yalçın'ın evine panzerlerle, zırhlı araçlarla gittiler. Çünkü ne bulacaklarını biliyorlardı. Bilmeseler böyle gitmezler, operasyonu sessiz sedasız yaparlardı. Odatv'ye operasyon niye yapıldı? Çünkü tüm yanlış yapanlar, eleştirilmeyi sevmez ve basını güdümlü hale getirmek ister. Aslında Odatv'nin devamı gelecekti. Mesela Ruşen Çakır vardı. Duyunca kaygılarını Abdullah Gül'e intikal ettiriyor, o da, 'Evet doğru. Bazı polislerle ilişkisini kessin' diyor. Odatv'yi susturduktan sonra sıra diğer basına gelecekti. Ayrıca Soner Yalçın'ın Halk Tv projesi vardı, buna engel olmak istediler. Özetle, çok amaçlı bir operasyondu. Odatv ile hiç ilgisi olmayan üç isim vardı; Ben, Nedim Şener ve Ahmet Şık. Haliçte Simonlar kitabını Ergenekon adına yazdığımı ispatlamaya çalıştılar.”

Tüm davaların bilirkişilerinin Ankara KOM'dan giden aynı polisler olduğunu ve incelemelerde sadece suç unsuru olacak konulara bakıldığını, ancak o vakitler Cemaatin kontrolünde olan TUBİTAK bilirkişilerinin bile yapılan sahtekarlığı ortaya koymak zorunda kaldığını vurgulayan Avcı, sözlerini şöyle tamamladı:

“Kanaatim şu; çabuk unutuyor, geçiyoruz. Bilgi birikimi analizi yapmıyoruz. Belki ilk kez Kumpasder ve Tesud başımızdan ne geçti'yi sorguluyor. Ne devlet, ne sivil toplum, ne de işin ilgilileri bunu yapmadı. Bundan sonra bir adım öne geçmek lâzım. Dün cemaat yaptı, bugün çok ciddi bedeller ödüyor. Belki gelecekte başkaları da ödeyecek. Gücü eline geçiren herşeyi yapıyor, tüm ülke komple bedel ödüyor. Dünden önce laik seküler kesimin yarattığı mağduriyetler konuşuluyordu. Dün cemaatin kumpası vardı. Bugün de farklı şeyler dayatılıyor. Bu bizim ülkemiz, hep beraber yaşamak için bir formül bulmak zorundayız. Gücü eline geçirenin bize hayatı zehir etmemesi lazım. Hep birileri mağdur, birileri hakim. Bunun muhasebesini yapmamız gerekiyor. Yoksa sadece yukarıdakiler ve aşağıdakiler değişir.”

Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız da sözlerine bu davada yargılanıp, hayatlarını kaybeden merhum Kaşif Kozinoğlu, Doğan Yurdakul, Mümtaz İdil ile Yurdakul'un eşi Güngör Yurdakul'a rahmet dileyerek başladı. 14 kişinin yargılandığı davada 3 kaybın büyük bir oran olduğunu belirten Yıldız, davanın özetinin merhum Doğan Yurdakul'un duruşmalarda anlattığı, “Soğan cücüğü ile adam öldürmek” olduğunu vurguladı.

Yıldız, şöyle devam etti: “Neden Odatv? Soğuk Savaşın bitimiyle Sevr raftan indirilip, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ana sütunları olan TSK, yargı ve yasamaya darbe vurmak üzere harekete geçilirken, elbette medyaya da gözdağı verilmeliydi. Küçük, ama etkili ve anlamlı bir grup seçildi. Birbirini hemen hiç tanımayan 14 kişi. Bu davanın diğer kumpaslardan en büyük farkı ise diğerlerinde buzdolabı üstlerine, bir yerlere CD, belge bırakılırken, ilk kez dışarıdan bilgisayarların ele geçirilerek, sahte belge yüklenmesiydi. Sözde iddianamemiz 134 sayfaydı. 361 kez haber, 280 kez kitap, 53 kez yazı/köşe yazısı, 26 kez röportaj, 5 kez makale kelimesi geçiyordu. Düşünün o günlerde Şamil Tayyar bile, 'Odatv'ye intikam operasyonu yapıldı' dedi. Neyin intikamıydı? Devleti yönetenler kandırılırken, koca koca generaller uyurken, her birimiz Fetullah Gülen tehlikesine dikkat çekiyorduk. TSK'ya kurulan komploları anlatıyorduk. Ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın İmralı'ya gidişini duyuruyorduk. Yazdık, uyardık ve bedelini ödedik. İnanın, iddianamenin altındaki Savcı Cihan Kansız adı ve imzası bile sahteydi. Yöneticileriyle, medyasıyla, 'Onlar gazeteci değil, terörist' dediler. Biz de, 'çıkacağız ve yeniden yazacağız' dedik. Evet çıktık, yazıyoruz. Amaç 'Yeni Türkiye' yolunda medyayı susturmaktı. Maalesef başarılı da olundu. Medyanın bugünkü hale gelmesinde, Odatv kumpası çok önemli bir kilometre taşıdır. Peki bize bakış açıları değişti mi? Asla. Hala tehdide, 'uyarıya' maruz kalıyor, tehlikeli, sakıncalı statüsünde görülüyoruz. Adeta fırsat kolluyorlar. Odatv'yi bir yerlerin güdümünde göstermeye çalışıyorlar. Her şey akıllarına geliyor da bir tek bağımsız, bağlantısız gazetecilik yapılabileceği gelmiyor. Biata o kadar alışmışlar ki, kendileri gibi sanıyorlar.”

Konuşmasının sonunda kumpaslarda binlerce insan mağdur edildiği halde, bir avuç insanın ortada olduğuna dikkat çeken Yıldız, “Kusura bakmayın patlıcan kadar etkili olamadık. Ali Tatar, Murat Özenalp, Cem Aziz Çakmak'a kağıt üstünde de olsa şehitlik mertebesinin verilmesini sağlayamadık. Vazgeçtim savaş gemisine, bir tekneye adlarını koydurmayı başaramadık” dedi.

Söyleşinin soru-cevap bölümünde de Hanefi Avcı'ya birçok soru yöneltildi. Bir soru üzerine, 2010 yılında savcılara TSK, Emniyet, MİT ve yargı imamlarının adını verdiğini, ancak bunların hiçbirisinin 17/25 Aralık'tan sonra dahi izlenmediğini kaydeden Avcı, firari sözde savcılar Zekeriya Öz ve Celal Kara'yı sınıra götürenin yargı imamı avukat olduğuna dikkat çekti. Avcı, o dönem Genelkurmay'a, “Kayıtlara geçirmeyin, ama bu isme dikkat edin” diyerek verdiği ismin ise 15 Temmuz'da Bursa'da yakalandığını bildirdi.

Bir başka soru üzerine 15 Temmuz'dan önce kendisinin bilgilerinden yararlananların, 15 Temmuz'dan sonra bazı şeyleri eleştirmesi üzerine bilgisine başvurmadığını açıklayan Avcı, dahası hakkında 15 Temmuz'la ilgisi varmış gibi sahte ihbar mailleri tanzim edildiğini ve bunları hazırlayanın bir polis olduğunun ortaya çıktığını, ayrıca Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa aleyhinde 5-6 rapor verildiğini anlattı.

Necip Hablemitoğlu ve Gazeteci Haydar Meriç cinayetlerini cemaatin işlediği kanaatinde olduğunu bildiren Avcı, “FETÖ'yle mücadele” konusunda da şu eleştirilerde bulundu:

“Suç işleyenler, darbeye karışanlar ve örgüt yöneticileri cezalandırılmalı, diğerleri ayrılmalıdır. Polisi, askeri çalıştırıp, herkesi içeri tıkalım anlayışı çok garip. Siz elinizde tüm imkanlar varken görememişsiniz, sıradan insanlar nasıl görsün, bilsin? Binlerce insanı içeri alıyorsun. Şu anda maalesef örgütü yok etmekten ziyade düşman mantığıyla hareket ediliyor. İşler iyi yürütülmüyor.

Söyleşi, Kumpasder Başkanı Ahmet Tatar'ın, dün kutlanan Dünya Emekçi Kadınlar Günü münasebetiyle tüm emekçi kadınlar adına Müyesser Yıldız'a çiçek vermesiyle sona erdi.